9 yaşındaki Oscar ile babası, haritalar, ipuçları ve kelime oyunlarıyla renklenen oyunlar oynamakta, New York'u ve dünyayı keşfetmeye yönelik bulmacalar çözmekte ve çok iyi anlaşmaktadırlar.
Ne var ki 11 Eylül, hayatlarının ortasında bir bomba patlatır.
Oscar, bir yıl sonra babasının dolabında, mavi bir vazo içinde bir anahtar bulur. Anahtarın hangi kilidi açtığını bulursa babasının "asla aramayı bırakmaması" yönündeki dileğini yerine getireceğini düşünerek tüm zamanını anahtarın açacağı kilidi bulmaya adar. Bu arayışta onlarca insanla tanışacak, onların hikayelerini dinlerken kendi hikayesi de netleşecek; kaybettiklerinin acısıyla başa çıkmayı öğrenirken aynı zamanda hayata devam etme gücü kazanacaktır.
Bence Extremely Loud And İncredibly Close, bir 9/11 filmi değil. Amerika'nın yaşadığı bu trajedi, filmde aslında küçük bir yer kaplıyor.
Bu film, kayıplarla başa çıkmak, kabullenmek, hayata kayıplara rağmen devam edebilmek, vazgeçmemek ve affetmekle ilgili. Hatta sadece başkalarını affetmek değil, daha çok insanın kendini affedebilmesi ile ilgili. Suçluluk duygusunun ne kadar acı verdiğini bilen biri olarak çok net söyleyebilirim: Asıl zor olan, kendini affetmektir. Gerisi hikaye!
Yine de uyarayım: Bu filmin çok fazla duygu sömürüsü yaptığını, hikayenin adeta "daha fazla nasıl ağlatabiliriz" diye düşünülerek kurgulandığını düşünenler var. Film bu yönüyle çok eleştiriliyor, İmdb puanı 6.6'da kalmış.
Açıkçası filmi izlerken ben de gözyaşı döktüm, ama bu eleştirilere katıldığımı söyleyemem. Sonuçta hepimiz hayatta birilerini ya da bir şeyleri kaybettik, kaybediyoruz. Bu kayıpların sonrasında yaşamaya devam etmek bazen gerçekten güçlü olmayı gerektiriyor, insan çok fazla acı çekebiliyor. Dolayısıyla gözyaşları çok doğal. Bence izleyin ve kendiniz karar verin.
Bu arada filmde terkettiğin yere geri dönmek, döndüğün yerde kabul edilmekle ilgili bir sahne var ki, çok beğendim; burada anlatmadan geçemeyeceğim: Kadın elinde alışveriş torbalarıyla merdivenleri çıkar. Adam katta, merdiven başında; valizleriyle onu beklemektedir. Yıllar sonra geri dönmüştür. Kadın hiç bir şey söylemez, adamın yüzüne bile bakmaz, duraklamaz; dairesine doğru yürümeye devam eder. Ancak elindeki poşeti yere bırakır ki adam taşısın, arkasından eve getirsin. O torbanın yere bırakıldığını gören adamın yüzündeki sevinç ifadesi ne kadar olağanüstüdür. Bir erkeği hayatına yeniden kabul ettiğini, bir kadın ancak bu kadar güzel anlatabilir. "Erkekler Marstan Kadınlar Venüsten" kitabını okuyanlar, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaklardır.
Özetlersek: Film, baba oğul ilişkisiyle başlıyor, insanların travmaları nasıl atlattığı, atlatırlarken birbirlerine nasıl destek olduğu, ayakta kalmanın ve yola devam edebilmenin insana yaşattığı gurur, anılara sahip çıkmak ve buna benzer hayata dair pek çok insan hikayesiyle birlikte içinizi sızlatarak ilerliyor; sonunda bence umut vererek sürprizli bir finalle bitiyor.
Filmin başında Oscar, "Dünya yüzünde şimdiye kadar yaşamış tüm insanların toplamından daha fazla insan yaşıyor şu anda"diyordu. Şu an yaşayan insan sayısının dünyaya gelip gitmiş tüm insanların sayısından daha fazla olduğunu bilmek şaşırtıcı.
Bu da nüfusun feci bir şekilde arttığını mı gösteriyor acaba? Yoksa her şeyin yok olacağı ve yeniden sıfırdan başlayacağı günler, sandığımızdan daha mı yakın? Ne dersiniz?
İyi seyirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder