9 Nisan 2012 Pazartesi

Şahane Misafir

Görmek İnanmaktır!



Oyuncu olmak isteyen ve hem hoşlandığı adamla beraber olmak, hem de oyuncu seçmelerine katılmak için Roma'ya gelen Pietro, taşındığı eski evde kendisinden başka bir de tiyatro grubunun yaşadığını gördüğünde önce korkacak, ancak zamanla onların hikayelerini de merak edecek ve hatta seçmelere çalışırken onlardan yardım alacaktır. Bu arada grup üyelerinin de kendilerinden bir isteği vardır: Kayıp grup üyesi Livia Morosini'den haber alabilmek...


Şahane Misafir bence şahane başlıyor, evdeki misafirlerin farkına varılan gerilimli sahnelerden sonra neşeli/hüzünlü akıp gidiyor. Filmin başrolündeki Pietro (Elio Germano), diğer Ferzan Özpetek filmlerindeki karakterler gibi  cinsel kimliğini çevresine açıklamakta sıkıntı çekmiyor belki, ama yine de gönül işlerinde çok başarılı olduğu söylenemez. Nitekim "Ben daha gay olmayı beceremiyorum, nerde kaldı heteroseksüellik" dediği bir sahne var; film ilerledikçe pek de haksız olmadığını görüyorsunuz. 


Elio Germano, bana göre muhteşem bir Pietro portresi çizmiş, onun o şaşkın, sempatik, herkese yardım etmeye çalışırken bir yandan da kendi hayatını düzene sokmaya çalışan hali, mimikleri, gülüşü; bu adamdan başkası Pietro olamazdı diye düşündürüyor insana. Çok sevdim ben Pietro'yu. 
Bir başka çok başarılı performans, Livia Morosini'yi canlandıran Anne Proclemer'dan. Özellikle bir sahne var ki, -muhtemelen çok fazla insanın dikkatini çekmeyecektir-;  ben o sahnede Livia'nın nasıl bir insan olduğunun anlatılış şekline bayıldım. Ben de olsam, buna benzer bir sahne çekerdim herhalde.  Çünkü insanın içindeki iyiliğin, kötülüğün ve bir insanın vicdan sahibi olup olmadığının; onun sadece insanlara değil dünya üzerindeki diğer canlılara nasıl davrandığı ile de çok yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. 


Şahane Misafir, Cem Yılmaz'ın varlığıyla da çok konuşuldu. Doğrusu ben Cem Yılmaz'ı görür görmez gülecek bir seyirciden korkuyordum; tıpkı Kemal Sunalda olduğu gibi; neyse ki korktuğum olmadı. Cem Yılmaz da tıpkı diğer oyuncular gibi zaman zaman güldürdü zaman zaman ağlattı. Bilenler İtalyanca aksanının ve İtalyanca konuşurken mimiklerinin mükemmel olduğunu söylüyorlar. Zaten bu filmde oyunculukla ilgili hiçbir sorun yok. Bu,  hepsinin iyi oyuncu olmasının yanısıra, yönetmen Ferzan Özpetek'in de başarısıdır sanırım. 


Filmde çok dokunaklı sahneler var. Hayatta her türlüsü çok yaralayıcı olabilecek ihanet var mesela. Bu arada filmdeki ihanet tanımına dikkat. Kibirin ne olduğunu Dogville'den öğrenmiştik, bu kez ihanetin ne olmadığını Şahane Misafir'den öğreniyoruz. Şahane Misafir'de sadece ihanet yok tabii, hayal kırıklığı da var, özlem de. Ama en çok hayaller ve gerçekler var.  Neyin hayal, neyin gerçek olduğu, size göre gerçek olan bir şeyin başkalarına nasıl hayal görünebildiği, insanın hayalleriyle başbaşayken ne kadar yanlız olduğu çok güzel anlatılmış. Filmin finali de gayet güzel, insanda bir eksiklik duygusu yaratmıyor, bu hikaye işte böyle sonlanabilirdi dedirtiyor. 


Şahane Misafir şunları da düşündürdü bana: 
-Hepimiz sevmek ve sevilmek istiyoruz, dünyadaki tüm canlıların aradığı bu. Ama bazen hiç haketmeyen, daha doğrusu kıymetini bilmeyen birine sunuyoruz sevgimizi. İnsanoğlu işte... Pietro'nun görmezden geldiği yakışıklı komşuya yazık valla...
-Güzel bir sofranın etrafında toplanmak, birbirini hiç tanımayan insanları bile birbirine yakınlaştırabilir. 
-Bencil ve kendini düşünen insanlar fiziken zarar görmezler belki ama huzursuzluk ve vicdan azabı farkında olmasalar da içlerinde irinli bir yara gibi durur, yıllar geçtikçe gözlerindeki ışığı da alıp götürür. 



Son olarak, herkes Sezen Aksu'nun Gitmem Daha'sını konuşuyor, ama bence Sude filme çok şey katmış. 


İyi seyirler.